Mardinname 3
Uzun bir aradan sonra yine Mardin’deyim. Bu sefer arkadaşlarımı gezmeye getirdim. Mardin anlata anlata bitmeyince Mardin’e gelmekte karar kıldık. 03.30 sularında Mardin’e vardık. Sabah namazını yeni yapılan camide kılıp otelimize geçme kararı aldık. Camide emekli bir müezzin vardı. Daha önceden namını duymuştum bu zatın.Adı Hafız Ali .Mardin’in Kabala beldesinde dogmus. Kutsal kitabı dinleyerek ezberlemis âmâ bir ağabeyimiz. Ondan Faraç duası denilen ezan sonrasi duayi dinledik. İnsanlar o saatte balkonlarina çıkmış,kimi ses kaydı alıyor,kimi ağlıyordu. Gerçekten muazzam ve insanı tefekküre sevk eden bir sesi vardı. Daha sonradan öğrendik ki sırf Hafız Ali’yi dinlemek için uzak mahallelerden gelenler varmiş. Allah kabul eylesin. Namazdan sonra otelimize gittik. Sabah kahvaltimizda Mardin işi kaymak vardı. Üzerine pembe bir şerbet döktüler.Ahali buna “kâtırr” diyormuş. Şure dedikleri bir köyden domates,birkaç bardak koyu kaçak cay ve halkın “çakal ekmek” dediği pide. Enfes doğallıkta bir kahvaltı idi. Kahvaltı sonrasında taziyeye gitmemiz gerekiyormus. Burada Mardin’de taziyeler çok önemliymis,ister tanıdık olsun ister olmasın insanlar taziyelere gider.Dua eder,mahzun gönülleri sevindirir ve dönermis. Bu bilgileri yine Mehmet Nur Hoca aktarıyordu bize. Taziyeye girdigimizde dikkatimizi çeken 30 saniyede bir Fatiha verilmesi oldu.Oturan da kalkan da Fatiha veriyor ve biz hızlarına yetisemiyorduk.Derken mırra dedikleri çok acı bir kahveyi bize ikram ettiler. Eskiden birkaç fincanda verilirmis, mırra dağıtan kişinin ardından bir kişi daha gelir, fincanları toplar ve aynı bezle silermiş. Neyse ki ekonomik koşulların düzelmesi ve imkânlar fincan kültüründen kurtulup küçük bardaklara geçilmesini sağlamış. Acı mırra da vefat edenin yakınlarıyla bir empati aracı zannimca.Acinizi paylaşıyoruz der gibi. Mırrayi dağıtan beyefendi cemaate önce Arapça bir şeyler söyledi.Daha sonra Türkçeye çevirmişti. Bir yemek davetiydi bu.Mehmet Nur’un suratı asıldı. Ölen kişinin mevlidinden sonra ölünün ruhuna yemek verilecekmis. Taziyeden çıkınca işin aslını Mehmet Nur’dan dinledik. Mardin’in lanetledigim gelenegidir, dedi ve sayıp dökmeler başladı. Meğerse taziye yemekleri ihtiyaç sahiplerinden ziyade zenginlerin hatta bazı aç gözlü insanların uğrak yeri imiş. İnsanlar kinanma korkusundan dolayı yemek yaparlarmis. Hatta kimileri kredi çekip kilolarca et alıp insanları doyururmus. Hatta üç dört tabak yiyen “mekroh”diye tanımlanan bazı insanların yemeği beğenmediği durumlar da oluyormuş.Bu durumdan muzdarip olan Hoca, konuyu kapatarak bizi Hakiki Mardin dediği yere çıkarır. Bu sefer farklı bir güzergah kullanarak Yeniyol dedikleri bir yerden geziye başlıyoruz. Yeniyol’un eski adı İmhallit’il Yehud imiş. Yani Yahudi Mahallesi. Yerini net bilmediğimiz bu bölgede Yahudi mezarlıklarindan dolayı bu adla anılırmis.Veydi’s Sımmak Mezarlığı’ndan fatihasiz geçmek olmazdı.Hemen sol tarafta Ayfer Gök İÖO varmış.Burasi bir zamanlar Mardin’in tek ortaokulu imiş. İyi ya da kötü ortaokula niyetlenen kim varsa buraya gelirmiş. Eski adı da Cumhuriyet Ortaokulu imiş. Trafolar bölgesi öncesi var olan bir sapaktan aşağı iniyoruz. Dik bir yokuş iniyoruz,gideceğimiz yer meşhur Kasimiye Medresesi.Aksamlari insanlarin kötü emellerine alet olsa da muazzam bir mimariye sahip bu mekan hayranlık uyandırıcı. Önce medresenin kapısını inceledik. İnsanlar kapının deliğinden fotoğraflar cekerken biz de kendimizi o modanın içerisinde bulduk. İçeri girdiğimizde muazzam bir serinlik. Orada akan sudan kana kana içtikten sonra medresenin hikâyesini dinledik sonuna kadar. Hemen sağda padişah kanı olayı urpetiyordu.Suyun doğdugu yerden aktığı yere,oradan Mezopotamya’ya yolculuğu bizim ebedi yolculugumuzu anlatıyormus meğerse. Hemen aklımiza Bediüzzaman Hazretleri’nin “İnsan bir yolcudur,sabavetten gençliğe,gençlikten ihtiyarliga,ihtiyarliktan kabre, kabirden haşre,haşirden ebed memleketine kadar yolcuğu devam eder.” cümlesi geliyor.Bu cümlenin Risale-i Nur Külliyatı’nın hangi kitabında geçtigini hatırlamiyorum gerçi. Siz hatırlarsanız yorumlara yazın. Mardin’deki çoğu mimarî yapıda bu sembolik ögeler varmış. Göz göz odaları gezdikten sonra buranın bir zamanlarin Oxford’u olduğunu fark ediyoruz.Medrese gezisinden sonra yolculuğumuza devam ediyoruz. Bu sefer Cihangir Bey Zaviyesi’ne göz ucuyla bakıyoruz.Burada rivâyetlere göre hazine varmış ve bu hazineyi Avrupalılar kendilerine yakışanı yapıp sömürüp gitmişler.Askeriyeye yaklaşırken önce bizi şanlı Türk bayrağı karşılıyor. Hemen ardından muazzam bir Mardin manzarası. Bir bayrak bir şehre bu kadar mı yakışır?Hangi manzaraya bakacağımiza karar veremeden devam ettik.Harap bir halı sahanın hemen karşısına gectik. Necmettin Cami ve oradaki hamama baktık. Hamamla ilgili anlatılan üç harfliler maceraları gerçekten korkutuyordu. Hemen karşıda Ayn Maristan adı verilen bir Maristan Çeşmesi vardı. Nil Nehri gibi muazzam bereketli bu suyun da tadına baktıktan sonra gözümüzü yukarı çevirdik. Beyti’l Dokmak dedikleri bir yer vardı. Harika bir mimari olan evlere ,ustalıkla örülmüş taşlara lezzet alarak bakıyorduk.Burası Hrıstiyan vatandaşlara ait evlermiş. Yaklasik 60 sene önce Avrupa’ya giden vatandaşlarımiz bu evleri ahaliye bırakıp gitmiş.
Aman Allah’ım! Daha yazacaktım ama kalemimin mürekkebi bitiyor.
Gezdiğim yerleri MARDİNNAME 4’te yine yazacagim.
Yazılanlari keyifle okuyacağınızı umuyorum.
Şimdilik hoşça kalın:)
Mehmet Nur Esendemir